4 Mart 2012 Pazar

Anlamıyorum ...

İşte bu kelime ile başlıyordu film, belkide hayatın çözümsüzlüğünün dışavurumuydu bu. Japon sineması ile ne derece ilgilisiniz bilmiyorum ama hasbelkader sinemaya ilgi duyanların bile mutlaka bildiği bir isimdir; “Akira Kurosawa”… Yazımın başlığını oluşturan kelime ise sinemanın dehası olan bu adamın “Rashomon” filminden.

Sene 1950, 2.Dünya savaşının hemen ardından, ustanın dönemin şartlarına göre son derece başarılı olan, siyah – beyaz bir filmi “Rashomon”

“Ryunosuke Akutagawa”nun aynı ismi taşıyan öykü kitabından senaryolaştırılan bu film, insanın kendi çıkarları uğruna nasıl günaha batacağını anlatıyor. Ben (Ego) duygusu insan var olduğundan beri onu bir canavara dönüştürmüştür. Kendi günahını örtüp, menfaatleri için suçunu başkalarının üzerine yığıp kendini adeta suçsuz bir melek gibi göstermek, iki ayaklı canavar olan insana özgü bir davranış olduğu bilinen bir gerçek. Bu film ise tamda bu saydıklarımı görselleştiriyor diyebilirim.

Masako Kanazawa (Machiko Kyo), kocası Takehiro Kanazawa (Masayuki Mori) ile ormanda ilerlerken haydutluğu ile nam salmış Tajomaru (Toshiro Mifune) ile karşılaşırlar. Haydut, adamı kandırarak onu ağaca bağlar, kocasının önünde kadınla birlikte olur ve adamı öldürür, işte olay bundan sonra başlar. Kadın tecavüze uğradı mı? Adamı gerçekten haydut mu öldürdü? Bütün bunlar tam bir bilinmezlik içinde cereyan eder ve düğüm gittikçe körleşmeye başlar. Haydut, kadın, Ormancı (Şahit) ve adamın ruhu (medyum aracılığıyla) verdikleri savunmada her biri olayı kendine göre yorumlayarak anlatır ve ortaya 4 farklı senaryo çıkar…

“Kurosawa”nın yardımcıları bu senaryoyu ilk okuduklarında anlamadıklarını söylerler, usta ise onlara bir kez daha okumalarını belirtir, çünkü senaryo bize doğrunun soyut olduğunu, herkesin kendine göre değiştirebileceğini ve tam anlamıyla bilmenin güç olduğunu ifade eder…

Teknik, Kurgu, Açı, Kadraj, jilet gibi kayan kamera anları, “Kurosawa”nın ne denli büyük bir yönetmen olduğunu bize gösteriyor. Japon müzikleri yerine, Otantik Arap melodilerini andıran müzikler ise ilginç bir hava bırakmış filmde. Ayrıca; “Kurosawa”nın meşhur yağmur sahneleri bu filmde yine etkileyici bir rol oynamış. Yönetmenin, çekimlerden önce oyunculara vahşi hayvan belgeselleri izletmesi, dövüş sahnelerinde onları insandan çok birer hayvanmış gibi resmetmesi, Homo-Sapiens türünün tinsel boyutlarına inmek istemesinden kaynaklanmış olabilir diye düşünüyorum. (Özellikle haydut’ un genele yayılan hal ve hareketleri insandan çok uzak bir tutum sergiler) 

İnsanın; yalancılığı, egosu, zaafları ve hayvani dürtüleri üzerine kurgulanmış başarılı bir yapım, film bittiğinde ise içimizde küçük bir umut kalıyor insanlık adına. İnsanın insan ile yüzleşmesi için bir fırsat olarak görüyor ve izlemeyenler varsa aranızda, mutlaka tavsiye ediyorum. Fakat şunu belirtmekte yarar görüyorum ki filmi günümüz penceresinden değil, dönemin şartlarına göre izleyin.

Herkese iyi seyirler…

2 yorum:

  1. Bu Muthis Kursoswa filmini cok iyi betimledigin icin emegine saglik enes izlemis kadar oldum;)

    YanıtlaSil
  2. Film güzel, eleştiri güzel. Lakin parçalar farklı. Filmi biçim ve içerik açısından eleştirmişsin. Fakat birbirine girmiş. Nizam yok. Film hakkında görüşlere yer vermişsin. Eleştiriyi zora sokmuşsun. Yine de emeğine sağlık. Güzel bir çalışma olmuş. Fakat ünlü bir söz vardır. Kral öldü arkasından kraliçe öldü dersen bu olay olur. Kral öldü üzüntüsünden kraliçe de öldü dersen bu da olay örgüsü olur. Sağlıcakla. Başarılarının devamını dilerim.

    YanıtlaSil