4 Nisan 2012 Çarşamba

Black Mirror

Sıkı bir dizi takipçisi olduğum söylenemez, dizi seçerken ince eleyip sıkı dokurum. “Channel 4” kanalında yayınlanmış, İngiliz dizisi olan Black Mirrror son zamanlarda izlediğim en güzel dizilerden birisiydi. Birbirinden bağımsız 3 bölümden oluşan bu mini-dizi, birinci bölümü saymazsak her ne kadar bilimkurgu temalı olsa da içerik olarak sizi rahatsız edecek kadar gerçekçi bir konuya sahip.

Birinci bölüm The National Anthem ile ikinci bölüm 15 Million Morits, Charlie Brooker tarafından yazılmış ayrıca ikinci bölümde yazarlık sıfatıyla Kanaq Hug ona eşlik etmiştir. Üçüncü bölüm The Entire History of You ise Jesse Armstrong imzası taşıyor. Bunun yanı sıra her bölümde yine farklı yönetmenler tarafından çekilmiş. Otto Bathurst birinci bölüm, Euros Lyn İkinci bölüm ve son olarak Brian Welsh ise 3. Bölümün yönetmenliğini üstlenmekte. Her bölüm değişen oyuncu kadrosunu görünce şaşırmayın zira onlarda farklı oyunculardan oluşmakta.

Dizinin içeriğine gelince, birinci bölümde bir İngiliz prensesi kaçırılıyor ilk başta kafamızda para ya da özel bir istek karşılığında fidyeciler tarafından kaçırıldığı fikri gelse de kısa bir süre sonra durumun şeklinin çok daha başka ve ilginç olduğunu görüyoruz.  Gönderilen kaseti izleyen bakanlar durumu hemen Başbakana haber veriyor ve içinde yüzü maskeli bir adamın, prensesin yanında mesaj ilettiğini, amacının para olmadığını isteğinin tamamen Başbakana yönelik olduğunu söylüyor. Eğer prensesin yaşamasını istiyorsa canlı yayında bir domuzla cinsel ilişkiye girmesini aksi takdirde Prensesi öldüreceğini ifade ediyor. İlk başta komik gibi gelse de aslında seyirci olarak trajik bir durumla karşı karşıya kalıyoruz ilerleyen zamanda. Başbakan böyle bir şeyin olmayacağını ve derhal onun bulunması gerektiğini bu kasetin ise medyadan gizli tutulacağını söylese de, bu söylemi boşa çıkıyor zira görüntü çoktan sosyal paylaşım sitelerine yollanmış ve milyonlarca kişiye ulaşmıştır. Halk önce Başbakanı destekleyerek böyle bir durumun onur kırıcı olduğunu ve kabul edilemez olduğunu düşünse de, Prensesin parmağının kesilip, (Bölümün sonunda bu eylemin aslının daha farklı olduğunu görüyoruz) sanal âleme gönderilen görüntüsünü izlediklerinde durumun ciddi olduğunu, insan hayatının hepsinden önemli olduğunu ve Başbakanın cinsel ilişkiye girmesinin doğru olduğunu ifade ediyorlar. Bir tarafta insan hayatı bir tarafta halkın baskısı onun bu durumu kabul etmesini sağlıyor ve yapılan araştırmalar, baskınlar sonuç vermeyip suçlu bulunamadığı için, kendi gururunu ve karısının karşı koyuşlarını hiçe sayarak canlı yayında bu ilişkiye giriyor ve bütün halk önce bundan zevk alsada onun çaresizliğine tanık olunca bundan üzüntü duymaları kaçınılmaz oluyor elbette.

Bütün bu olaylar bize şu gerçeği anlatıyor; ne kadar güçlü olsak, ne kadar sosyal statümüz yüksek bile olsa bazen öyle çaresiz durumlarda kalabiliriz ki ne paramız nede gücümüz bize yardım edebilir. Koskoca Başbakan sonunda oturup hüngür hüngür ağlayarak, bizlere insanın bulunduğu konum ne kadar güçlü olursa olsun yine de mücadele veremeyeceği, karşı koyamayacağı durumların olduğunu ve bazen hiçbir şeyin olması gerekenin önüne geçemediğini anlatıyor. Bu dizinin başrolü domuz belki de sadece bir sembolden ibaret. Hayatın karşı konulamaz gerçekleri bu kez domuz olarak simgeleştirilerek anlatılmış olabilir, en azından benim bakış açım bu yönde…

İkinci bölüm ise Kapitalizm ile birlikte mekanikleşen dünyamıza eleştirel bir bakış açısı sunuyor. Gelecek zamanda insanların bisiklet pedalı çevirerek puan kazandığı ve bu puanları para niyetine kullandığı bir yaşam şekli anlatılıyor. Bir grup insan, bilgisayarlar ve ileri teknolojinin olduğu bir mekânda doğallıktan uzak bir hayat sürerek yaşarlar. Yedikleri yemekten, yaşadıkları odaya kadar her şeyin tamamen yapay ve natürellikten uzak olması kulağa son derece sıkıcı geliyor sanırım. Hayatları boyunca bu şekilde yaşamaya mahkûm olan bu insanların tek kurtuluş yolu ise daha fazla puan biriktirmek ve o puanlarla yarışma programına katılarak şöhret olmak.

Her gün bu şekilde monoton ve aynı geçerken, başkahraman bir gün kendisi gibi olan bir kıza ilgi duyar. Onun şarkı söylerken sesini duyan genç adam, biriktirdiği bütün puanlarını ona vererek ses yarışmasına katılmasını ve bu hayattan kurtulmasını teklif eder. İlk başta itiraz eden kadın daha sonra teklifi kabul ederek yarışmaya başvurur. Uzun zaman orada bekleyen insanların olmasına rağmen o güzelliği ile hemen dikkat çeker ve bir anda kendisini jürinin önünde bulur. Söylediği şarkı ve güzelliği ile kendisine hayran bırakan genç kıza jüri erotik filmlerde oynamasını ve bu şekilde çok para ve şöhret kazanacağını söyler. Kız önce buna karşı çıksa da daha sonra kolay yoldan para kazanma ve şöhret ona cazip gelerek teklifi kabul eder. Adam âşık olduğu kadının böylesine bir işe evet demesinin üzüntüsü ile kahrolur ve daha fazla pedal çevirerek puanlarını biriktiremeye, sonucunda ise jüri karşısına çıkarak intikam almaya karar verir.

Aradan zaman geçer ve gerekli puanı toplayan adam kendisini yarışma programında bulur. Yarışmaya katılan herkese önceden bir içecek içirilir, fakat adam bunu içerde içtiğini söyleyerek kabul etmez. (Bu içeceğin içerde itaat etme güdüsünü sağladığı ve karşı koyma yetisini yok etmeye yarayan bir madde olduğunu düşünüyorum) İlk başta dans Show’u yapan adam kısa bir süre sonra arkasına sakladığı camı çıkararak boğazına dayar ve onlara kendisini dinlemesini emreder. Hakaretler ve küfürler yağdırarak sisteme başkaldıran adamdan etkilenen jüri bu sefer ona bir televizyon programı sunmasını için teklif sunar. Kadın için geçerli olan durum adam içinde geçerli olur ve o da kolay ve rahat para kazanma ihtirasına karşı koyamayarak bu teklifi kabul eder.  Artık her ikisi de pedal çevirme işine son vermiş, bolca para kazanan ve eleştirdikleri sisteminin içine nüfuz etmiş kişiler olarak karşımıza çıkarlar.

Bütün bu yaşananlar, insanlara sanki bir eşya gibi kaba ve hoyratça davranan, bireyin duygularını ve onurunu ayaklar altına alarak sadece çarkın dönmesi için mücadele veren sistemin başında ki güçlü isimlerin maddesel zenginlikler kazanmak için her yolu mubah gördüğü ve kendisine isyan eden kişileri de aslında kolaylıkla içine nasıl çekebilecek güce sahip olduğunu gösteriyor. Günümüzde yapılan yetenek yarışmaları; insanların şöhrete, popüler olmaya olan merakları değil midir? Aslında burada olduğu gibi onların kokuşmuş zihniyetlerine zincir vurmaya çalışmak isteseler de zincir vurulan sonunda yine kendileri oluyor. Bir esaret ve tutsaklıktan başka bir köleliğe geçiş yapmak kurtuluş yolu olarak zihinlerde yer alıyor. Statüler değişse bile değişmeyen tek olgu kölelik rejimidir. Başta bulunan kişilerin zaman içinde devir dâhim yaparak yerini yeni isimlere bırakması alt tabaka için bir anlam ifade etmeyerek, onlar aynı sistemde her gün ölmeye mahkûm kalmaktan başka bir şey yapamıyor. Burada genç adam itaat içeceğini içmeyerek, içerde o konuşmaları yapsa bile kısa süre sonra doğal seleksiyonu ile boyun eğerek insanın ne denli aciz olduğu ve güçlünün altında kısa süreli bir güç edinmeye meraklı olduğunu bir kez daha gösteriyor bize. Kısa süreli olmasının nedeni, isimler zaman içinde eskir ve güç sahipleri tarafından milatları tamamlanarak yerini yenilere bırakır. Zararlı olan, eşyaların mekanik hale gelmesi ya da teknolojinin ilerleyerek bize bin bir olanaklar sağlaması değil, şüphesiz çok çeşitlilik ve insanların zengin olması bizim savunduğumuz bir nokta. Asıl önemli olan; insan beyinlerinin robotlaşmadığı, bireyin hak ve özgürlüğünün çiğnenmediği, kişiye bir madde gibi değil, bir insan gibi davranıldığı dünya yaratmak…

Gelelim dizinin 3. Ve son bölümüne… Evli bir çiftin üzerinden, kadın ve erkek ilişkilerine, rahatsız edecek derece de gerçekçi yaklaşmış bir bölüm olarak bizi etkilemeyi başarıyor. Kulaklarının arkasına yerleştiren çip sayesinde, geçmişte yaşadıkları bütün hatıraların, burada depolanarak istenildiği zaman akbile benzer bir cihaz aracılığıyla adeta televizyon izler gibi tekrar görselleştirerek izlenmesini sağlıyor. Geçmiş ilişkisini kocasından saklayan bir kadın, eski sevgilisi ile kendi evlerinde yemek yerler. Kocasına, arkadaşı olarak tanıttığı bu adamın tavırlarından şüphelenen erkek onları masada gözlemlemeye başlar. Konuşulan her cümleden, yaptıkları jest ve mimiklere kadar beynine kaydeden bu adam gittikçe huzursuzlaşmaya başlar. Nitekim gecenin sonunda bu görüntüleri izleyen adam, karısını yanına çağırarak onunla konuşmak ister. Kadın geçmişte 1 haftalık ilişkim oldu dediği adamın o gece masada ki adam olduğunu fark eden kocası tarafından sorguya çekilir ve o adamın bir yıl ciddi ilişki yaşadığı eski sevgilisi olduğunu kocasının da baskısıyla itiraf eder. Yersiz bir kuruntu yaptığını anlatmaya çalışsa da kadın, onun masada eski sevgilisine olan bakışları ile kocasına olan bakışları aslında her şeyi bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyordu. Nitekim adamın, kocası yokken onunla ilişkiye girdiğini ima eden sözleri ve kadının buna gülümseyerek karşılık vermesi pek tabi doğal olmayan ve şüphe gerektiren davranışlardı. Hararetli bir tartışma sonucunda her şeyi itiraf eden kadın, yine yalanlar söyleme devam ederek, onunla yaşadıklarını çipten sildiğini söyler fakat adam haliyle buna da inanmayarak görüntüleri göstermesini ister, işin aslı çok geçmeden anlaşılır çünkü kadın eski sevgilisiyle olan her anı kayıt altına almış ve onu unutamadığını belli etmiştir. Kocası, içinde cinsel ilişkilerin de olduğu bu görüntüleri ona zorla sildirdikten sonra adamında yanına giderek karısıyla bütün yaşadıklarını depoladığı görüntüleri küçük manyetik cihazdan, tehdit ederek sildirir. Nitekim adamın içi artık biraz olsun rahatlamış ve aldatılmanın verdiği acı ile karısının ona sürekli yalanlar söylemesinin yükü belki de her şeyin gün yüzüne çıkmasıyla birlikte biraz olsun hafiflemişti.

Bu bölüm benim en gerçekçi bulduğum seri oldu. İlişkilerde söylenen yalanların üzeri – kuruntu yapıyorsun, - psikolojin bozuk gibi küçültücü sözcüklerle kapatılmaya çalışılıyor. Beşer insan yaptığı ahlaksızlıkları, yalanlarla bertaraf etmeye çalışıp kendisini suçsuz bir melek gibi tanıtmaya tıpkı bu kadın gibi çok meraklıdır. İşin acı yönü ise bunda birçok kez başarılı olarak, karşısında ki insanın bütün iyi niyeti ile ona açtığı kalbini büyük bir zevkle parçalayıp bir daha asla eskisi gibi olmayacak olan kırılmış bir vazo gibi etrafa saçtıktan sonra, büyük bir vahşilikle karşısında ki kişinin o kırık cam parçalarının üzerinde yürümesini de şüphesiz büyük bir zevk ve iştahla izliyor. Kimse gerçekten tam olarak masum değildir. Ortada bir problem varsa, onun neden o şekilde düşündüğü anlamaya çalışılarak, hangi tavırların ona bu izlenimi bıraktığı, seviyeli bir şekilde konuşularak netleştirilmelidir. Aksi takdirde ortada bir yalan olmasa dair, onur kırıcı sözcükler şüphesiz karşı tarafın daha fazla şüphe duymasına, akabinde her iki tarafında huzursuz olmasına meydan verir. İkili ilişkilerde söylenen büyük ya da küçük yalanların ilerde koca bir buz kütlesine dönüşmesi ve kaptanı olduğumuz geminin o buz dağına çarpıp batması kaçınılmaz olarak bizi bekler.

Öyleyse sahtekârlıktan, yalandan fayda gelmeyeceğini, er ya da geç hakikatin ortaya çıkacağını bilerek yaşayalım. Burada bir kadının ihaneti, ikiyüzlülüğü ve haksız olduğunu bildiği halde kendisini ısrarla haklı gösterme çabası var. Aslında bu tavır sadece bu konuya has değil, hayatımızın her alanında birbirimize karşı göstermiş olduğumuz tiksindirici riyakârlıklarımızın, başka bir sıfatla karşımıza çıkması olarak tanımlanabilir.

Hepimiz hayatımızı gözden geçirelim ve nerede hata yaptığımızı, benlik duygumuz yüzünden kaç insanın canını yaktığımızı düşünelim. Kendimize objektif bakıp, empati yaparak yaşamımızı sürdürürsek hayat daha dürüst ve yalansız olacaktır. Ve ne kadar yalansız yaşarsak da o kadar iyi bir dünya bizi bekleyecek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder